23 Ağustos 2011 Salı

Oradan, Buradan...

Zaman zaman hayatın içine o kadar çok kaptırıyoruz ki kendimizi, her şey bir anda dert kaynağı olarak gözükmeye başlıyor gözümüze. Halbuki düşünsenize, babasını kaybeden bir çocuğun yaşamaya dair inancını, eşini sonsuzlukta yitiren bir kadının yalnızlığını veya kardeşiyle bir daha konuşma fırsatı omayan o çocuğun çaresizliğini... İnsan böyle düşününce, "Hayat da neymiş, bak keyfine." diyebiliyor kendine, ama en fazla iki, bilemedin en üç gün. Sonra aynı kargaşa, aynı tantana, aynı hengameye devam. Her Pazartesi aynı yarışa başlıyoruz pek çoğumuz, Cuma günü güneş bitene dek süren. Otobüste, yolda, arabada, ofiste, kafede... Bazılarımız için İstiklal'de, Çeşme'de, veya nice yerlerde taçlanıyor bir haftanın yorgunluğu, bazılarımız için ise evinde eşiyle, dostuyla, kardeşiyle...

Unutuyoruz akıp giden zamanı, bir daha asla geri getiremeyeceğimiz zamanı; üzüyoruz, kırıyoruz birbirimizi, zaman zaman da sevindiriyoruz hani, kimsenin hakkını yemeyelim.

Unutuyoruz akıp giden zamanı, çocuklar ve ben büyürken; annem, babam, halam, amcam yaşlanıyorlar. Kaçınılmaz sona doğru, her an, büyük bir hızla yaklaşıyoruz. İlk yaprak yere değdiği vakit Ağustos'ta, Ekim'e kadar bir tane yaprak bile kalmayacak bahçedeki kayısı ağacının dallarında. Kısacık bir sürede çırılçıplak kalacak ağaç, ve ben ağacın yapraklarını dökmesini ve dökülen yaprakların rüzgarda bir oraya bir buraya savrulmasına seyirci kalmaktan başka bir şey yapamayacağım...
Ağaç, ilk baharda yeni yapraklarıyla hayatına devam edecekken, benim hayatımda yalnızca bir bahar olacak, sevdiklerimle geçirebileceğim yalnızca bir tane bahar, o da hızla akıp gidecek ve ben yetişemeyeceğim; ve sevdiklerimi bir bir elimden alacak ve ben sadece seyredeceğim; belki bazen, önce beni alması için hayata yalvaracağım, ama o dinlemeyip kendi rastgele düzeninde hızla akıp gitmeye devam edecek.

Bugün bunları yazıyorum, çünkü hiç uykum yok ve aklımda milyonlarce düşünce. Yazarsam eğer, uyuyabilirim belki diye düşünüyorum. O da işe yaramayacak gibi görünüyor. Nefret etsem de canım sigara içmek istiyor, demek insanlar böyle zamanlarda başlıyorlarmış sigaraya. Neden başladıklarını anlıyorum ama neden bırakmadıklarını bir tütlü anlayamıyorum.

Kıymetini bilmek gerek hızla akıp giden zamanın, ama nasıl? Sevinirken harbiden sevinerek,üzülürken gerçekten üzülerek mi? Yoksa hiçbir şeyi umursamayıp, yalnızca kendi hayatını yaşayarak mı?

Bugün içimden geldiği gibi yazıyorum, öyle sık sık içinden bir işeyler gelen birisi değilimdir. Ömrümde üç dört defa içimden gelip de bir şeyler yazmışımdır veya resim çizmişimdir. Balkon penceresinin önündeki tabureye oturmuş, aralıktan gelen esintinin serinliği ve sesiyle içimden gelenleri paylaşmak istiyorum, belki paylaşırsam uyuyanilir miyim diye. İşe yarayacakmış gibi durmuyor, bu sessiz kentte, bu camın önünde, aralıktan sızan esintinin serinliğ ve sessizliğinde ömrümün sonuna kadar oturabilirim belki diye düşünüyorum. Belki de hayatı yaşamak budur, sevdiğin bir yerde, ama tel bir yerde sonsuza kadar oturmak. Sadece sevdiklerine yakın olmanın verdiği güvenle, istediğin an onlara dokunabilecek olmanın verdiği huzurla aynı yerde sonuza kadar oturmak.

Karşı apartmandaki on dairenin sadece birinde perdenin arkasından hafifçe bir ışık sızıyor. O dairede oturan, çok sevdiğim teyze belki uyumamış televizyon izliyor, belki de televizyon açık uyuya kalmış. Uzun zamandır sevdiklerinden uzakta, yalnzı yaşayan bir kadın o. Arada bir çocukları ziyaretine gelir, evli bir kzı ve şu anda ne yaptığınbı bilmediğim bir oğlu var. Eşini bir zamanlar sever miydi bilmiyorum, ama şimdi ayrılar. Karşı apartmanın doksan metrekarelik dairelerinden birinde uzun zamandır yalnız yaşayan bu teyze, betaz saçlarıyla hala hayat dolu. O, biraz hayatı umursamayanlardan. Belki de ben çok abartıyorun bu sevdiklerinle beraber olma mutluluğunu, veya bir deyişle onları kaybetme korkusunu...

Gecenin ilerlemesiyle, hızla akıp giden zamanla birlikte esinti daha bir serinliyor, ve bu sefer esintinin sessizliğini uzaktan gelen köpek sesleri bozuyor. Onlar bozmazsa, birkaç saat içinde buradan geçen davulcu bu sessizliği bozacak zaten. Bu küçük kentte, kimse hayatını yaşamıyor. Çünkü küçük kentler, sorunların büyük olduğu yerlerdir ve aslında o kadar az zorlukla karşılaşırsın ki küçük kentlerde, bir şeyler başardığını sanmak için kolayı zor görmeye başlar ve bu yalana kendin de inanırsın.

İstisna da olsa, küçük şehirlerde, büyük zorlukları aşan insanlar da yaşar. Kente girer girmez anlarsın, kime sorsan gösterirler, o adamı bilmeyen de oranın yerlisi değildir zaten. Bu adamlar o kadar büyük zorluklarla mücadele ederler ki, çünkü bu adamlar çoğunlukla devletle, devletten arta kalan zamanda da insanlarla mücadele ettikleri için, ancak ve ancak hayat bu adamları yaşar. Böyleleri kolay gelmez hayata, ama kolay ve çabuk giderler. Ve sen binbir derdinin arasında böyle bir adam tanıyor ve onu çok seviyorsan şu çok kısa hayatında, şanslısındır diğerlerine göre. Ama şanssızsındır da aynı zamanda, çünkü onu kaybettiğin anın aklına gelmesini dahi istemezsin, böyle bir şeyin olacağı kesin olmasına rağmen ihtimal vermezsin, kabullenemezsin. Ayakalrın üzerinde duramaz ve yıkılırsın...

18 Ağustos 2011 Perşembe